Mavi Gözlüme Elveda

Mavi Gözlüme Elveda

Bu çocuklar burada olmamalıydı, onların yeri sokaklar ve okullar ...

Bu sabah erken saatlerde gözlerimi açtıktan sonra balkona çıkmış ve caddenin sessizliğinde kendimi bulmuştum. Etrafı incelerken caddenin sol tarafındaki çöp kutusunun yanı başında 7-8 yaşlarında, beyaz tenli, mavi gözlü bir kız çocuğu fark ettim. Üstü başı kirden geçilmese de o gözlerinin içindeki umudu görebiliyordum. Çöp konteynırından kağıt parçalarını topluyordu. Yüreğimden o an bir şey kopmuştu. İçime sebebini bilemediğim bir hüzün çöktü, göz yaşlarıma hakim olamıyordum. Soluğu o mavi gözlü küçük kızın yanında aldım. İsmini sordum, cevap verecek hali yoktu. Gözlerindeki pırıltının aksine bedeni yorgun görünüyordu. Aç olduğunu düşündüm. "Gel seni evime götüreyim, karnın aç ise yemek yedireyim." dedim. Bakışlarını diğer tarafa çevirerek teklifimi reddetti. Ama pes etmeyecektim, o yavrunun elinden tutmak istiyordum. Her zaman geç uyanan ben, bugün erkenden uyandığıma göre bu bir işaret olmalıydı.
Tekrar göz göze geldiğimiz anda elleriyle başını tutarak "yardım edin" dedi ve oracığa yığıldı. Hemen kucaklayarak bir taksi çevirdim ve şoföre bizi en yakın hastaneye götürmesini söyledim. Acil kapısından içeri girdik, o küçük bedeni getirilen sedyeye koydum. Acil müdahale odasına aldılar. Ben ise dışarıda korkuyla bekliyordum. Evet korkuyordum, çünkü o yavruya kötü bir şey olacağı düşüncesi beynimde kavruluyordu. Yaklaşık on dakika sonra içeriden gelen doktor, doktorların standart cümleleriyle sorular sormaya başladı:
-Kızın yakını siz misiniz ?
-Hayır, tesadüfen oradaydım.
-Çocuğun durumu bir kaç tetkikten sonra daha da netlik kazanacak. Şu anda uyuyor.
Kısa bir süre boş boş baktıktan sonra "ne tetkikleri yapacaksınız, ne olmuş olabilir?" diyebildim. Doktor daha fazla açıklama yapmaktan kaçındı ve yanımdan ayrıldı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ani bir kararla minik yavruyu yoğun bakıma aldılar. Endişelerim her dakika daha çok artıyordu. Yaklaşık bir saat sonra yoğun bakım odasının kapısına gelen doktor beni odasına davet etti. Odasına gittiğim an bir şok daha yaşamıştım:
"Hanımefendi, çocuk kan kanseri, oldukça da ilerlemiş ve kemoterapi görecek. Çok zorlu bir süreçten geçecek. Hemen ailesine ulaşmalısınız. Bu arada başını da vurduğu için bu gece uyutacağız." dedi. Hemen hastane polisine durumu bildirdik. İlk kez duyduğum kan kanserinin masum bir bedene nasıl sirayet ettiğini anlamış değildim. O gözlerinin tüm güzellikleri yaşaması lazımdı.
Hastaneden çıkıp evimin yakınında bulunan karakola giderek her şeyi anlattım. Komiser yardımcısı, kız çocuğunun ailesini araştıracaklarını, hastane polisiyle irtibata geçeceklerini söyledi. Karakoldan çıkıp bir çocuk mağazasına giderek bir kaç kıyafet ve oyuncak aldım. Tekrar hastaneye gittiğimde saat 15:30’u gösteriyordu. Bir elimde kıyafetlerin, diğer elimde oyuncakların poşetleri vardı. Kızımızın normal odaya geçmesini bekliyordum. Uyandığında ilk olarak beni görmesini istedim. Hediyeleri verdiğimde yüzünde oluşacak masum gülümseyişi görmek için bekleyişimi sürdürdüm. Saatler ilerledikçe bekleyiş çok can sıkmaya başlamıştı. Esmer, 160 boylarındaki başka bir doktor yanıma doğru yaklaştı.
"Merhaba, burada beklemeyin, yarın sabah uyandıracağız. Herhangi bir komplikasyon olmazsa kendisini yarın görebilirsiniz, evinize gidip dinlenin." dedi. "Ben halimden memnunun doktor bey, müsaade edin bir köşede bekleyeyim, belki bir durum olur." dedim. "Peki, siz bilirsiniz, iyi akşamlar." diyerek yanımdan ayrıldı ve arkasına dönüp dar koridordan yürüyüp gitti. Elimdeki eşyaları hemşireye rica ederek onların odasına koydum. Koridorda yürürken kapısı açık odaların içerisine doğru baka baka ilerliyordum. Mavi gözlü kız gibi, minicik bedenlerin yattığı kimi odalardan ağlayan çocuk sesleri yükselirken, kimi odalarda sessizlik hakimdi. Bu çocuklar burada olmamalıydı, onların yeri sokaklar ve okullar olmalıydı. Hastane ortamının kimi insan için hapishaneden farkı yoktu. Ailelerin yüzünde korkulu bekleyişler ve göz yaşları hakimdi. Usul usul mavi gözlü kızın bulunduğu yöne doğru ilerliyordum ama ayaklarım gitmek istemiyordu. Belki de kötü haber alma korkusundan...
Yoğun geçen bir gündü. Tam o sırada ne kadar yorulduğumu farkettim. Hem bedenen, hem ruhen... Koridorun sağ tarafındaki sandalyelerin bulunduğu yere geçip oturdum. Gözlerimi kapatır kapatmaz uyumuşum. Sabaha doğru saat 04:00 civarında doktorun sesiyle uykumdan irkilerek uyandım.
"Hanımefendi, getirdiğiniz çocuğu kaybettik."
Bir an söylediği cümleyi anlayamadım. Doktor da fark etmiş olacak ki söylediği cümleyi tekrarladı:
"HANIMEFENDİ, GETİRDİĞİNİZ ÇOCUK VEFAT ETTİ."
Onu buraya iyileşmesi için getirmiştim. Ölüm haberini almayı hiç beklemiyordum. Uyandığında yeni kıyafetlerini giyecekti. Aldığım oyuncaklarla oynayacaktı. Gözlerimden akan yaşların arkası kesilmiyordu. Doktorun söylediği cümleleri duymamış olmayı diliyor, kabullenmek istemiyordum. O henüz küçük bir çocuktu. Çocukluğunu yaşamadan ölüp gitmişti... Bir kaç saat kendime gelememişim. Boş bir odaya beni yatırmışlar, o anı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde duvarda bulunan saat 9:30’u gösteriyordu. Kapı açıldı. Doktor, yüzündeki üzgün ifade ve ağır adımlarıyla yürüyerek yanıma geldi. "Başınız sağ olsun, hastalığın çok ilerlemiş olduğunu söylemiştim. Bedeni dayanamadı, çok üzgünüm." dedi. Cenazenin teslim alınması için aileyi bekleyeceklerini dile getiren doktor, üzgün olduğunu tekrar belirterek odadan çıktı.
Evet, kızın bir ailesi olmalıydı. Karakoldaki yetkililer araştıracaklarını söylemişti ama hâlâ aileden haber yoktu. Bir hışımla odadan çıkıp merdivenleri ikişer ikişer atlayarak hastane bahçesine indim. Çevirdiğim bir taksiyle karakola gittim. Durumu ayak üstü birkaç cümle ile özetlediğim kapıdaki görevliye, komiser yardımcısı ile görüşmek istediğimi söyledim. "Benimle gelin." demesiyle komiser yardımcısının bulunduğu odaya gittim. Bir çırpıda her şeyi anlattım. Baş sağlığı diledi ve devam etti:
-Kızımızın ismi Ebru. Annesi, babası tarafından iki yıl önce öldürülmüş. Babası cezaevinde bir yıl kaldıktan sonra kalp krizinden vefat etmiş. Annesinin veya babasının yakınları tarafından çocuğu sahiplenen olmadığı için de sokaklarda yaşamaya başlamış çocuk. Ebru ve arkadaşlarının kaldığı yıkık dökük bir gecekondu tespit ettik. Çocukları bulundukları ortamdan alarak merkezimizde ağırladık. Bazı çocukları ailelerine teslim ettik, bazılarını ise Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan gelip aldılar. Ama Ebru için geç kaldık, üzgünüm, dedi.
Bunları duyunca bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Umutluydum, ailesinin bulunacağına çok inanmıştım. Umutlarım boşa çıkmıştı ama Ebru’nun gidişi ile arkadaşları, sıcak birer yuvaya kavuşmuş oldukları için de kendimi teselli ediyordum.
-Teşekkürler araştırmalarınız için. Cenazeyi ben alıp defnetmek istiyorum. Ne gerekliyse yapayım, bana yardımcı olur musunuz ?
- Rica ederim, elimizden gelen yardımı sağlarız, dedi.
Bir ekip arabasıyla beni hastaneye götürdüler. Başhekim ile görüşüp gerekli belgeleri de imzaladıktan sonra sıra cenazeyi teslim almaya gelmişti. Mavi gözlü Ebru'yu morgdan çıkartıp araca koyduklarında gözlerimden akan yaşlar sel olmuştu. Cenaze aracına bindim. Gölbaşı Asri Mezarlığı'na defnedilecekti. Mezarlığa geldiğimizde Ebru’nun yerinin hazırlanmış olduğunu gördüm. Sağ olsun komiser yardımcısı cenaze defin işlemlerini halletmişti. Tabutundan çıkarıp toprağa koymaya gücüm yetmedi, bedenim toprağın üzerine düşmüştü. Defin işlemlerinin ardından Ebru'yu o soğuk havada orada bırakıp gitmek zor geliyordu. Başımda beliren komiser yardımcısının gözlerine baktım baktım... Konuşamadım, sözün bittiği yerdi.
- Hanımefendi, akşam olmak üzere sizi evinize kadar bırakalım, dedi.
Gitmek istemesem de mecburen evime gitmeliydim, çünkü hayat devam ediyordu.
-Peki, dedim.
Komiser yardımcısı ile bir kişi daha kollarıma girerek araca kadar götürdüler beni. Evimin önüne geldiğimde sadece "Teşekkür ederim." diyebildim, o kadar. Evime girip, kapıyı örtüp salondaki ikili koltuğa kendimi attım. Ölüp giden, küçük bir yavru olunca acısı da derin oluyormuş. Bir ay boyunca her gün mezarına gidip, çiçekler dikip, suladım. Çiçekler büyüdü ama Ebru’nun büyüme şansı yoktu. Bu arada tayinim çıktı, Ankara’dan ayrılmak zorunda kalmıştım. Fırsat buldukça Ankara’ya geldiğimde kabrini ziyaret ediyorum. Kurumuş topraklar arasındaki solmuş çiçekleri söküyorum, yenilerini dikiyorum….
 

Aylinin Dünyası

Aylinin Dünyası

Aylinin Dünyası

Aylinin dünyası hakkında yazı